Gerek klibi, gerek aranjesi ve bittabi popülerliğiyle bir dönem kalbimizde taht kurmuş, kolay çalınabildiği için ortamların vazgeçilmezi olmuş bir parçaydı Losing My Religion. Klibinin yayınlanmasının ardından geçen yıllara rağmen hâlâ sıkmadan izletebilmesi ve dinletebilmesi kendisini, R.E.M.’in üzerinde ciddi bir biçimde düşünerek yapılan projelerinden olmasından olsa gerek. Ancak ilginçtir ki bu şarkı, bırakın sözlerini, sadece melodisinin insanda uyandırdığı hisler nedeniyle çok dinlendi, sevildi. Peki R.E.M.’in üzerinde bu kadar net bir çaba gösterdiği şarkı ve klibin anlamları? Sanırım bunun üzerinde çok durulmadı.
Besteyi genel olarak inceleyecek olursak; Out of the Time (Zamanın Dışında) (1991) albümünün ikinci parçası olarak piyasaya çıkan Losing My Religion, dört temel ve iki yan enstrüman kullanılarak bestelenmiş. Şarkının geneli boyunca ritm, akustik gitar ve bateri kullanılarak sağlanmış. Mandolinin melodi için kullanılmadığı bölümlerdeyse basitçe gitarla aynı ritmde tutulmuş. Bas gitar ritme gayet uygun bir riff ile kullanılmış. Bunun yanında nakaratta net olarak hissedilen, büyük ihtimalle doğal ses ile elde edilmiş yaylılar, şarkının ruhani hissiyatının verilmesinde ciddi bir önem arz etmiş. Nakaratın ikinci bölümünde ise ritme eklenen bir-iki şeklinde el çırpma sesi şarkıdaki monotonluğa düşme riskini büyük ölçüde azaltmış ve aradaki ufak ritm değişimini daha belirgin hale getirilmiş. Bestenin tamamı ele alınırsa, kullanılan bütün enstrümanlar çalımı çok basit bir şekilde düzenlenmiş denebilir. Buna rağmen notalar arasındaki basit armoninin net kullanımı, yeri geldiğinde armoni dahi kullanılmayan solistin yaptığı geri vokalistlik(ler) ve bunun uyandırdığı koro hissi, metodik olarak da şarkıyı ortalama bir alternative rock bestesinin üzerinde tutmuş.
Parça sözleri anlamında incelendiğinde göze çarpan ilk şey, anlatıcının, karşılıklı bir konuşma ile kendi kendine konuşma arasında gidip geldiği. Şarkı boyunca kullanılan “you” (sen) ve emir kipleri şarkının genelinde bulunan bir diyaloğun ipuçlarını verirken, kendini ikna etmeye yönelik “That was just a dream.” (Sadece bir rüyaydı) ve “I thought that …” (Düşünmüştüm ki…) sözleri alt metindeki monoloğu belirtiyor. Bu iki durum yakarışı ve suçluluk hissini dışarı vururken, aynı zamanda ne yapacağını bilememezlik de sözlerde kendini gösteriyor. Zihinde daha iyi canlandırmak adına, başkarakterin duygusal durumunun Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı ile Goethe’nin Genç Werther’in Acıları karışımı tadında olduğunu söyleyebiliriz. Kesinlikle âşık, ancak bu durumun bitmesi için karşısındaki kişinin imgesinin bir rüya olduğunu, düşündüklerinin yanlış olduğunu kabullenmeye başlayan; konu olarak âşkın son demlerini, bitişini anlatan çetrefilli bir kişinin söyleyecekleri anlatılanlar. Bir açıdan Post-Modern bir âşığın son sözleri de denebilir. Okumaya devam et →