Varoluşun Anlamlandırılması – I: Phıneas Gage Vakası ve Ruh/Öz İkilemi

Bilincimiz ilk var olduğu andan itibaren, çok tanıdık gelen ama hakkında aslında hiçbir şey bilmediğimiz bir varoluşlar bütününde yaşıyoruz. Ailemiz, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz; işyerimiz, okulumuz, evimiz; hayallerimiz, amaçlarımız, ilkelerimiz… Hepsi bize bir anlam ve tanıdıklık sunarken aslında ne için var olduğumuzu, nasıl var olduğumuzu, gerçekliğin ve bilginin ne olduğunu bilmiyoruz. Bu sorular karşısında evrenin varoluşu, insanlığın anlam arayışı ile evrenin (varsa) anlamsal bütünlüğü arasındaki çelişki ve umursamamazlık (Bkz: Sisifos Söyleni); kişisel anlam ve hayat algılayışımızın ne kadar önemsiz olduğunu da hissettiriyor bize.

Bütün bu kaosa rağmen, insanın az bir kısmını da olsa cevaplayabileceği bazı sorular var. Gerçeği söyleyemesek de hangi fikrin yanlış olduğunu söyleyebilmemizi sağlayan olaylar, durumlar da… Bir de tahmini aşamasa da oluşan düşünceler var zihinlerimizde.

İşte bu varoluşsal fikirler hakkında; hem kafamdakileri toplamak, hem de dönütler alarak daha da anlamak ve anlaşılmak amacıyla bu yazı dizisine başlıyorum.

Amerikan Levye Vakası

İnsanı ve zihnini anlamak adına psikiyatri tarihinine girmiş bir olay olarak Amerikan Levye Vakası büyük önem arz ediyor. Özetle, 19. yüzyılda Phineas Gage adlı bir demir yolu inşaat ustası, yolu açmak için patlatılacak kaya parçalarına barut yerleştirmek ve fitili ateşlemekten sorumlu bir çalışma grubunun lideri olarak çalışıyor. İşinde başarılı, sevilen, arkadaşları arasında popüler, özenli ve saygılı biri olarak bilinen Gage, 13 Eylül 1848 tarihinde Rutland & Burlington demir yolu yapımında çalışırken, barutu kaya içerisine yerleştirirken kullandığı 45 cm uzunluğunda ve 3 cm genişliğindeki levyenin, barut patlamasıyla aniden geri tepmesi sonucu sol gözünü ve beyninin sol frontal lobunun önemli bir kısmını kaybediyor.

PhineasGage_IronPaths_BigelowRatiuCombined

Yaklaşık 6 kilogram ağırlığındaki levye 25 metre kadar uzakta bulunuyor. Ancak işin ilginç yanı, Gage olayın birkaç dakika sonrasında arkadaşlarıyla konuşabilecek kadar bilinci açık durumda oluyor ve hatta bir kilometre uzaktaki evine kadar götürülürken römorkta dik durup arkadaşlarına yaşadığı durumu da anlatıyor.

1849 yılına girildiğinde Gage normal bir yaşam sürmeye elverecek kadar düzeliyor. Ne var ki, Gage’in tavır davranışları büyük bir değişim gösteriyor. Eskinin aksine kaba, saygısız, konuşmalarında sıklıkla küfreden biri haline gelen Gage’in geleceği tahmin etme ve buna göre karar alma, kaygılanma gibi düşünsel yeteneklerinde azalma gözleniyor ve bu yüzden arkadaşları ona “Bizim Gage” diyemiyorlar artık.

Phineas_Gage_Cased_Daguerreotype_WilgusPhoto2008-12-19_Unretouched_Color_ToneCorrected

Okumaya devam et

ANALİZ: LOSING MY RELIGION – II

İlk yazıyı okumayanlar için:
Analiz: Losing My Religion – I


 

1

Every whisper of every waking hour
Uyanış vaktinin her fısıltısı

Nakarat sonrasında, önceden bahsedilen iki konsept dışında (köşe ve ışık) yeni bir konsept daha gözler önüne seriliyor. Tahminen 15. yy – 17. yy arasında yaşayan üç fakir köy insanı, günlük ahır işlerini yaparken görünüyorlar. Muhtemelen, sağ üst köşeden giren ışık ortamın loşluğunu ve kirliliğini belirtmenin yanında, dinin o dönemin insanının hayatındaki ulaşılmaz yerini de gösteriyor. Ahırın arka kısmında bulunan geniş perdeler ise Rönesans başlangıcı sanat atölyelerine bir gönderme olabilir. Melek ise bir önceki sahnelere oranla ışığı daha az umursar görünüyor ve köylülere umursamazca bakıyor. Bunun da din otoritelerinin o dönemin halklarına karşı umursamaz tavrını imgeleştiriyor olması mümkün. Uyanış vaktinin her fısıltısı ise, Rönesans öncesi insanların Orta Çağ’ın karanlığından kurtulmaya başladığı dönemi temsil ediyor olabilir. Okumaya devam et

ANALİZ: LOSING MY RELIGION – I

Featured image

Gerek klibi, gerek aranjesi ve bittabi popülerliğiyle bir dönem kalbimizde taht kurmuş, kolay çalınabildiği için ortamların vazgeçilmezi olmuş bir parçaydı Losing My Religion. Klibinin yayınlanmasının ardından geçen yıllara rağmen hâlâ sıkmadan izletebilmesi ve dinletebilmesi kendisini, R.E.M.’in üzerinde ciddi bir biçimde düşünerek yapılan projelerinden olmasından olsa gerek. Ancak ilginçtir ki bu şarkı, bırakın sözlerini, sadece melodisinin insanda uyandırdığı hisler nedeniyle çok dinlendi, sevildi. Peki R.E.M.’in üzerinde bu kadar net bir çaba gösterdiği şarkı ve klibin anlamları? Sanırım bunun üzerinde çok durulmadı.

Besteyi genel olarak inceleyecek olursak; Out of the Time (Zamanın Dışında) (1991) albümünün ikinci parçası olarak piyasaya çıkan Losing My Religion, dört temel ve iki yan enstrüman kullanılarak bestelenmiş. Şarkının geneli boyunca ritm, akustik gitar ve bateri kullanılarak sağlanmış. Mandolinin melodi için kullanılmadığı bölümlerdeyse basitçe gitarla aynı ritmde tutulmuş. Bas gitar ritme gayet uygun bir riff ile kullanılmış. Bunun yanında nakaratta net olarak hissedilen, büyük ihtimalle doğal ses ile elde edilmiş yaylılar, şarkının ruhani hissiyatının verilmesinde ciddi bir önem arz etmiş. Nakaratın ikinci bölümünde ise ritme eklenen bir-iki şeklinde el çırpma sesi şarkıdaki monotonluğa düşme riskini büyük ölçüde azaltmış ve aradaki ufak ritm değişimini daha belirgin hale getirilmiş. Bestenin tamamı ele alınırsa, kullanılan bütün enstrümanlar çalımı çok basit bir şekilde düzenlenmiş denebilir. Buna rağmen notalar arasındaki basit armoninin net kullanımı, yeri geldiğinde armoni dahi kullanılmayan solistin yaptığı geri vokalistlik(ler) ve bunun uyandırdığı koro hissi, metodik olarak da şarkıyı ortalama bir alternative rock bestesinin üzerinde tutmuş.

R.E.M._-_Losing_My_Religion

Parça sözleri anlamında incelendiğinde göze çarpan ilk şey, anlatıcının, karşılıklı bir konuşma ile kendi kendine konuşma arasında gidip geldiği. Şarkı boyunca kullanılan “you” (sen) ve emir kipleri şarkının genelinde bulunan bir diyaloğun ipuçlarını verirken, kendini ikna etmeye yönelik “That was just a dream.” (Sadece bir rüyaydı) ve “I thought that …” (Düşünmüştüm ki…) sözleri alt metindeki monoloğu belirtiyor. Bu iki durum yakarışı ve suçluluk hissini dışarı vururken, aynı zamanda ne yapacağını bilememezlik de sözlerde kendini gösteriyor. Zihinde daha iyi canlandırmak adına, başkarakterin duygusal durumunun Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı ile Goethe’nin Genç Werther’in Acıları karışımı tadında olduğunu söyleyebiliriz. Kesinlikle âşık, ancak bu durumun bitmesi için karşısındaki kişinin imgesinin bir rüya olduğunu, düşündüklerinin yanlış olduğunu kabullenmeye başlayan; konu olarak âşkın son demlerini, bitişini anlatan çetrefilli bir kişinin söyleyecekleri anlatılanlar. Bir açıdan Post-Modern bir âşığın son sözleri de denebilir. Okumaya devam et