A COMPARISON: CITY IN WONG KAR WAI CINEMA AND THE CITY OF SIDEWALLS

The mark of the human beings on the objects is the forgotten mark of himself/herself. Because; since we exist, we interact with our surroundings. Moreover, our surroundings do not simply mean ‘the object’ we create or confront but also mean every ‘other’ that outside of us, beyond us. Also, while our surroundings change, the perception of other changes and eventually how we interact with them gains a new turn. In that manner, every era of a given time represents its own characteristics in terms of interaction with the other. Following that, the artifacts of the human civilization of that specific era reflect but also construct the individual and affect him/her in a way that enable us to extract the outlook of that specific era through that individual. Because, society makes the consciousness of the self, not the other way around. In that manner, the most concrete mirror and indicator of any era of the time and any kind of interaction between objects, which includes human beings too, is the city. Because cities, since the early examples of the civilization, have been a major confrontation area of objects. Hence cities were able to  shape, define and lead that specific era’s characteristic which in turn shaped and defined the human beings also. In that point; to be able to understand the interobjects interactions that emerges in any specific time and how it affects human beings, I will try to analyze the impacts of the cities in the cinema of Kar Wong Wai and compare it with the Sidewalls(2011) movie, which is strongly based on the concept of the 21. Century city. Firstly, I will look into the historical evolution of the concept of the city and compare it to the 21. Century by pointing out the global world and globalization. Then I will give an introduction to the understanding of city in both Wong Kar Wai movies and Sidewalls. And lastly, I will compare the theme of city and the visual differences in those movies. Okumaya devam et

Haneke, Whıte Rıbbon ve Batı’nın Tarihsel Çizelgesine Giriş

Church

Batı dünyasının hem ahlaksal, hem kurumsal/kavramsal hem de bireysel bir çöküş içinde olduğu söylenegelir. Akılcılık ve aydınlanmacılıkla mükemmel insana evril(til)en salt bireyin; 300 yıllık Aydınlanmacı geleneğin ve birikimlerinin öznesi olmadığı konusu, siyasi arenada sivrilmeyi başarmış imparatorlar, faşist diktatörler ve onların devletlerinin emperyalist kolonizasyonları ve katliamlarıyla örneklendirilir. Aynı zamanda; bu örneklerin temellendirilmesindeki sorunlar felsefeden, burjuva ahlakına ve oradan da burjuva ekonomisine(belki, neden olduğu) içkin hale getirilerek, Batı’nın kendisi tarafından sorunsallaştırılmasıyla da, Batı dünyasının tüm bu çok yönlü çözülmesinin çıkış(sızlığ)ını kendi kendine ispat ettiği söylenir. Gerçekten de; özellikle 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl olmak üzere, Batı dünyası, Doğu’nun dahi uğruna mücadele ettiği, benimsediği ya da yakın hissettiği değerleri yaratmıştır.

Küresel kapitalizme karşı Komünizm’i; aklı önceleyen rasyonalist burjuva felsefesine karşı diyalektik materyalizmi; idealleştirilmiş romantik, barok ve klasik sanata(genel anlamıyla) karşı yapı bozumcu, yaratıcı ve özgürleştirici(?) avangart ve modernist/post modernist sanatı. Ancak biz 21.yüzyılın insanları, bu çöküşün kendi içinde yarattığı karşıt cephelerin olmadığı, sorunların çözümsüzlüğe mahkum edildiği, daha geniş anlamda ise sorunların bulanıklaştırıldığı, bunların varlığının şüpheci ya da uyuşuk insanların elinde eskidiği ya da popülerleştirildiği bir dönemi yaşıyoruz gibi görünüyor. Batı, kendine bir alternatif geliştiremiyor ve olagelini, meşhur modern şehir hızında filtrelemeden geçiriyor. Bunlar da, insanı ya mücadelesizliğe itiyor ya da, kendini baştan ve baştan kurmasını. Mücadelesizlik ya da kendini yeniden ve yeniden kurma da, bir bakıma doğruluğunu yitiren doğruların ve aynı şekilde yanlışlığını yitiren yanlışlarından türeyerek, bunları yeniden yaratıyor. Batı dünyasının terminolojiye kazandırdığı ‘’Şeyleşme, yabancılaşma, aidiyetsizlik, fetişizm, aynılık, ortadalık, grileşme, çeşitlilik, renklilik, popülistleşme, genel geçerlileştirme’’ gibi kavramların; bu belirsizliğe, ikileşmeye(bence milyarlaşmaya) içkin olarak ortaya çıktığını, en genel anlamıyla bireyin rehbersizliğini, bir tanrıya, dine ya da sisteme inançsızlığını gösterdiğini de söyleyebiliriz. Artık; bu uzun soluklu sürecin getirip önümüze koyduğu başta Batılı, ardından dünyalı her insanın, nasıl olduğuna dair bir fikir üretebiliriz. Güncel ve hakim ideolojinin insanı; ilkesiz, doğrusuz ve yanlışsız, sorgulamasız ve samimiyetsiz, gösterişçi ve şüpheci, bilinçsiz ve popülist, hızlı ve mükemmeliyetçi, unutkan ve mutlulukçudur. Yazı dizisi boyunca da; insan merkezli bu görünümlere odaklanıp günümüz insanını, geniş bir tarihsel perspektifte ele almaya çalışarak, Batı gelenekleri özelinde tartışmasını yapacağım. Bunun için de, Alman yönetmen Michael Haneke’nin filmlerinden bazılarını kullanıp, White Ribbon(2009)’la geriye uzun bir yolculuktan sonra, Funny Games(1997) ile modern ve medyatik görünümlerini sorgulamaya çalışacağım.

(Yazı birkaç diziden oluşacak ve ilki, White Ribbon’la Aydınlama öncesi Batı’ya odaklanacak.)

Okumaya devam et

Las Meninas ve Joel-Peter Witkin: 20. Yüzyıldan 17. Yüzyıla Sürreal Dokunuş

Joel-Peter Witkin: Ahlaksız bir sapık mı, kara bir koyun mu?

Cüceler, vücut bozuklukları olanlar, devler, kamburlar, transseksüeller, sakallı ve çok kıllı kadınlar, kuyruklu, boynuzlu, kanatlı, dört memeli kadınlar, doğumdan dolayı sakat kalmışlar, kolu, bacağı, burnu, kulağı, memesi kopmuş herkes. Aşırı derecede büyük her türlü organı olan herkes. Her tarzda garip ve değişik görünümü olanlar. Ölüler, ölü doğmuş her türlü canlı biçimleri. Hermafroditler, cinsel sapkınlığı olanlar, İsa’nın bedeninin duruşundaki arızaları alan herkes. (Glaves-Smith, 2009)

Fotoğrafçı, Ortodoks Yahudi bir babanın ve Katolik bir annenin oğlu olan, küçük bir çocukken tanık olduğu bir trafik kazası sonucunda bir kızın kopmuş kafasının ayaklarının dibine yuvarlanmasıyla “ölümün estetiği” ile tanışan, grotesk konuları işleyen fotoğrafçı Joel-Peter Witkin’in model bulma mahiyetiyle gazeteye verdiği bu ilan, kurgusal fotoğrafçılığın en üretken isimlerinden biri olan Witkin’in çektiği hiçbir fotoğraf ile karşılaşmamış birinin bile Witkin’in portfolyosu hakkında tahmin yürütmesini mümkün kılar.

1939 yılının eylül ayında, New York şehrinde doğan ve İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde büyüyen Joel-Peter Witkin, o dönem yaşayan herkes gibi ve Yahudi olmasının getirdiği dolaylı bir algıda seçicilik ile Auschwitz toplama kampındaki esirler üzerinde yapılan ölümcül deneylerin fotoğraflarına tanık olur. Toplumun neredeyse tamamı tarafından “kesinlikle estetik bulunmayan” ve insanlık dışı sayılan bu görüntüler Witkin’in estetik anlayışının oluşmasında en önemli kilometre taşlarından biri olmuştur.

witkin1

Execution of an Extraterrestrial

Sanat yaşamı boyunca toplumun estetik değerlerine aykırı çalışmalar ortaya koyan Joel-Peter Witkin, 1961 yılında Vietnam Savaşı için orduya fotoğrafçı olarak alınır. Hiçbir zaman gerçek bir çatışma görmemiş olsa da, askeri kazaları belgelendirmekle görevlendirilen ve askerlik görevi boyunca da birçok ceset fotoğrafıyla karşı karşıya kalmak zorunda bırakılan Witkin’in sahip olduğu “aykırı” estetik anlayışın aslında toplum ve sistem tarafından kendisine daha önceden çizilmiş bir yol gibi gözükmesi de oldukça ironiktir. Toplumsal ve sosyal konuları, ailesinden gelen Hristiyanlık ve Yahudilik bakış açıları ile tuvaline aktaran ikizi Jerome Witkin, kardeşinden şöyle bahsetmekte:

Kardeş olarak karanlık görüşlerimiz vardı. Ben Araf’ta acı çekip beklerken, o Cehennemde idi. (Witkin, 2011)

Okumaya devam et

Varoluşun Anlamlandırılması – I: Phıneas Gage Vakası ve Ruh/Öz İkilemi

Bilincimiz ilk var olduğu andan itibaren, çok tanıdık gelen ama hakkında aslında hiçbir şey bilmediğimiz bir varoluşlar bütününde yaşıyoruz. Ailemiz, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz; işyerimiz, okulumuz, evimiz; hayallerimiz, amaçlarımız, ilkelerimiz… Hepsi bize bir anlam ve tanıdıklık sunarken aslında ne için var olduğumuzu, nasıl var olduğumuzu, gerçekliğin ve bilginin ne olduğunu bilmiyoruz. Bu sorular karşısında evrenin varoluşu, insanlığın anlam arayışı ile evrenin (varsa) anlamsal bütünlüğü arasındaki çelişki ve umursamamazlık (Bkz: Sisifos Söyleni); kişisel anlam ve hayat algılayışımızın ne kadar önemsiz olduğunu da hissettiriyor bize.

Bütün bu kaosa rağmen, insanın az bir kısmını da olsa cevaplayabileceği bazı sorular var. Gerçeği söyleyemesek de hangi fikrin yanlış olduğunu söyleyebilmemizi sağlayan olaylar, durumlar da… Bir de tahmini aşamasa da oluşan düşünceler var zihinlerimizde.

İşte bu varoluşsal fikirler hakkında; hem kafamdakileri toplamak, hem de dönütler alarak daha da anlamak ve anlaşılmak amacıyla bu yazı dizisine başlıyorum.

Amerikan Levye Vakası

İnsanı ve zihnini anlamak adına psikiyatri tarihinine girmiş bir olay olarak Amerikan Levye Vakası büyük önem arz ediyor. Özetle, 19. yüzyılda Phineas Gage adlı bir demir yolu inşaat ustası, yolu açmak için patlatılacak kaya parçalarına barut yerleştirmek ve fitili ateşlemekten sorumlu bir çalışma grubunun lideri olarak çalışıyor. İşinde başarılı, sevilen, arkadaşları arasında popüler, özenli ve saygılı biri olarak bilinen Gage, 13 Eylül 1848 tarihinde Rutland & Burlington demir yolu yapımında çalışırken, barutu kaya içerisine yerleştirirken kullandığı 45 cm uzunluğunda ve 3 cm genişliğindeki levyenin, barut patlamasıyla aniden geri tepmesi sonucu sol gözünü ve beyninin sol frontal lobunun önemli bir kısmını kaybediyor.

PhineasGage_IronPaths_BigelowRatiuCombined

Yaklaşık 6 kilogram ağırlığındaki levye 25 metre kadar uzakta bulunuyor. Ancak işin ilginç yanı, Gage olayın birkaç dakika sonrasında arkadaşlarıyla konuşabilecek kadar bilinci açık durumda oluyor ve hatta bir kilometre uzaktaki evine kadar götürülürken römorkta dik durup arkadaşlarına yaşadığı durumu da anlatıyor.

1849 yılına girildiğinde Gage normal bir yaşam sürmeye elverecek kadar düzeliyor. Ne var ki, Gage’in tavır davranışları büyük bir değişim gösteriyor. Eskinin aksine kaba, saygısız, konuşmalarında sıklıkla küfreden biri haline gelen Gage’in geleceği tahmin etme ve buna göre karar alma, kaygılanma gibi düşünsel yeteneklerinde azalma gözleniyor ve bu yüzden arkadaşları ona “Bizim Gage” diyemiyorlar artık.

Phineas_Gage_Cased_Daguerreotype_WilgusPhoto2008-12-19_Unretouched_Color_ToneCorrected

Okumaya devam et