Modernizm ve Yükseklik Korkusu

“İçimizdeki ruh sararıp solmuşsa, çevremizde inşa ettiğimiz tüm dünya da solacaktır.”
– Theodor Roszak, Çorak Ülkenin Bittiği Yer

“Meydana gelen her şey, sonsuz bir gelecekten geri dönülmez bir geçmişe yuvarlanır.”
– Martin Heidegger

“ Hep yanlış zamanlarda doğru yerde, doğru zamanlarda yanlış yerdeydik.
Hep kıl payı kaçırmıştık birbirimizi. Gerçeği yakalamaya hep birkaç santim uzakta kalakalmıştık. Bence işin özeti bu. Bir dizi kaçırılmış fırsat.
Bütün parçalar baştan beri ortadaydı, ama kimse onları nasıl birleştirip bütünleştireceğini bilemiyordu. ”
– Paul Auster

“Belki de insan; yalnız inşa etmek istiyor ama içinde yaşamak istemiyordur”
– Dostoyevski, Yeraltından Notlar

“Modern insan için, bir saray inşa etmek, yaratıcı bir serüven olabilir; ama onun içinde yaşamak zorunda kalmak, yine de bir kabustur.”
– Marshall Berman

 

Giriş: Modernizm, İpin Koptuğu AnKarmaşa ve şiddetin kırmızı bir kadife gibi örttüğü dünyada, bu vahşi bir kafesin içinde varlığını sürdürmeye çabalayan insanlığın, umut çığlıklarıdır modernizm. Öncelikle 16. yüzyıl başlarında hafifçe çatırdamaya başlar küçük ıslak tohumu modernizmin. 18. yüzyıla kadar henüz kabuğunu kırabilmiştir, ardından Fransız Devrimi’yle, toprağı aşar, ilerdeki yüzyıllara gölgesinin her yere yayılacağı yapraklarının ilk tomurcuklarını salıverir açığa. Hızla kendini geliştirir, büyür,  toprağın bütün özünü emerek geliştirir kendini ve 20. yüzyıla doğru gelindiğinde, bu küçük tomurcuk neredeyse tüm dünyayı kaplayacak büyüklüğe ulaşmış, insanlık ve tarih adına yadsınamaz değişimlere yol açmış, muazzam, ihtişamlı ve bir o kadar da ürpertici bir quercusolmuştur.Bu makalede, tam da bu etkinin, modernizmin ve modernlik akımının, Marshall Berman’nın “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” kitabından destek alınarak, Paul Auster’ın “Yükseklik Korkusu” adlı eseriyle incelenmesi üzerinde durulmuştur. Çalışmanın asıl amacı, insanlığın içinde bulunduğu bu kaotik dönemi bazı önemli düşünürler ve belli bir eser üzerinden anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktır. Berman’ın deyimiyle,  düşünürlerin kendi zamanlarını anlamak için sarf ettikleri düşünsel uğraş, geçmişi değil ama bugünkü modernlik deneyimlerimizi anlamak bakımından belirleyici önemde olduğundan, geçmişte yazılmış bir eseri seçip üzerinden modernizmi sunmak pek de yanlış sayılmaz. Öte yandan modernizm, tıpkı müzik, resim, şiir gibi soyutluğun içinde salınıp gider ve ona anlam yüklemeye çalışmak her ne kadar sonsuzluğunu sınırlandırmak anlamına geliyorsa da, onu anlamak, geleceğin ve modernizmin ta kendisi için önemli bir görev sayılır. Daha açık olmak gerekirse, modernliğin hiç bir tarzı asla (somut olarak) tanımlayıcı değildir ve olamaz; çünkü modernlik, sürekli değişen, katı olan her şeyin durmadan eridiği bir dünyada kendini yerinde duymak için yürütülen bir mücadele biçimidir. Sanayi devrimi ve teknolojinin gelişimiyle beraber, betimlemek gerekirse, hızla döndürülen bir halatın hız sınırlarına ulaştığı ve neredeyse iyice kopma noktasına yaklaştığı an ve sonrasıdır modernizm; tıpkı Meksikalı şair ve Octavio Paz’ın dediği gibi, “Modernlik, geçmişten öylesine kopartılmış ve habire, öylesine baş döndürücü bir hızla koşturuyor ki, kök salamıyor; bir günden ertesine ayakta kalabilmekle yetiniyor; başlangıcına dönemiyor ve böylelikle yenilenme gücünü bulamıyor.” Ayrıca Berman modernizmin ikilemler ve çelişkiler çağı olduğunu da ekleyerek, modernliğin her tarzının, daha kuruluşundan itibaren kendi yıkımının dinamiğini barındırdığını, insanın kendisini evinde hissetmesini sağlayan yapıların çocukları için hapishanelere dönüşmüş olacağını da ekler. Nietzsche, kendini ‘hiçbir zaman tamamlanmayan bir eksiklik’ ve ‘sürekli bir bitmişlik’ olarak duyumsayan insanın, her an ‘kendini olumsuzlayarak, kendisiyle çelişerek’ yaşamak zorunda olduğunu söyler. Ne de olsa Engels’in de dediği gibi, “Yarısını yedikten sonra elimizde bütün bir elma kalamayacağı gibi, çelişik taraflardan biri olmadan diğeri de olamaz”Paul Auster, Modern Dünyanın Masalcısıİşte tam da bu paradoks ve çelişkilerin çağında, modernlik dalgasının bir tsunamiye dönüşerek her yeri kasıp kavurmaya başladığı ve etkisinin Amerika’ya kadar ulaştığı bir dönemde, Paul Auster New Jersey Eyaletinde dünyaya gözlerini açtı. Kendini bu kaos ve karmaşa ülkesinin tam ortasında bulmuştu. Ne de olsa Amerika geleceğin ülkesiydi, insanlığın önünde uzanan çağlarda dünyadaki tarihsel önemi olan olaylar kendilerini orada göstereceklerdi ve Amerika, eski Avrupa’nın tarihsel sandık odasından bıkıp usanmış olan herkes için özlemler ülkesiydi. Auster’ın yaşamı da tıpkı eserleri kadar değişik, çarpıcı ve ironiktir. Özetle, çocukluk evresinde psikolojik problemlere sahip olan kız kardeşiyle aynı evde yaşadığı için kendini ‘sürgünde’ gibi hissederken, kaliteli bir çevirmen olan amcası Allen Mandelbaum sayesinde kendini edebiyata verdi ve oldukça başarılı oldu; küçük yaşta şiirler yazıp çeviriler yaparak hayatını kazanırken Avrupa’yı gezdi ve nihayet James Joyce’un eserleriyle tanıştığında, ona karşı büyük bir saygı ve hayranlık kazandı. Auster’ın, modern edebiyatın öncülerinden sayılan James Joyce’un izinden yürümeye başladı. Öte yandan, yazarlık konusunda asıl ‘yükselişi’ babasının ölümüyle yaşadı. Yaşadığı bu büyük travmanın yanında düzgün yürümeyen evliliği, bakması gereken küçük bir oğlu, maddi ve manevi olarak yaşadığı sıkıntıları vardı. En sonunda babasından kalan miras sayesinde kendisini kapatarak tamamen yazarlığa yöneldi, işte en önemli eserlerini de bu karanlık dönemden sonra yaratmıştır. İşte bu yazıda başrolü üstlenecek olan eseri 1994’te kaleme almış olduğu“Yükseklik Korkusu.” nam-ı diğer Mr. Vertigo.Yükseklik Korkusu, kısaca Paul Auster’ın uçmayı öğrenmek isteyen ‘anormal’ bi çocuğun –Walter Claireborne Rawley’in – gözünden modern dünyayı fantastik bir kurguyla anlattığı romanıdır. Olay örgüsü; başlangıç, gelişme, düğüm noktası ve sonuç içeren klasik düzenden ziyade oldukça iniş çıkışlı bir yapıya sahiptir, tıpkı modern dünyada insanın başına gelen ani düşüş ve yükselişler gibi. Genel olarak yapıyı ele aldığımızda kitap dört bölümden oluşur, her bölüm kendi içinde giriş-gelişme-sonuç bölümlerini taşır ve her bölümünde kendince iniş çıkışları vardır, bu yapı sonraki ayrıntılı inceleme kısmında daha anlaşılır olacaktır. Roman, 1924’ten 1974’e kadar uzanan bir süreyi kapsar, bu dönem içerisinde Birinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’sını sade, anlaşılır bir biçimde gözler önüne serer. Köy ve şehir yaşamını, Irkçılığı, Ku Klux Klan’ı, Büyük Buhran dönemlerini, İkinci Dünya Savaşından sonra yaşadıklarını ve en sonunda modern dünyanın son evresiyle Amerika’nın katlanarak geliştiği süreyi anlatır. Tüm bunları anlatırken modernliğe karşı oluşturduğu bakış açısının yanı sıra felsefi fikir ve düşüncelerini de olay örgüsüne serpiştirerek, modern çağdaki yalnız insanın, hayatın vahşiliğinde var olma çabasını masalsı bir tatla verir. Paul Auster, Yükseklik Korkusu adlı eserinde, “modern çağın masalcısı”na dönüşmüştür.Yükseklik Korkusu, Mr. VertigoYabancılaşma

“Bir süre burada kaldıktan sonra, gidilecek bir tek yer olduğunu anlarsın: yukarısı – tek dostun gökyüzüdür.” (sf.14)

Yükseklik Korkusu, tıpkı Kafka’nın Dönüşüm romanındaki ünlü sözü andıran şu cümleyle başlar; “Su üzerinde ilk yürümeyi öğrendiğimde on iki yaşındaydım. Bu numarayı bir gecede öğrendiğimi iddia etmeyeceğim, siyah elbiseli bir adam öğretti her şeyi.” (sf.7) Sonuçta, eser, bir çocuğun geçirdiği büyük bir değişimi, olağanüstü bir hali anlatır ve bu nedenle yer yer kafkaesk kısımlar taşır. Modern edebiyatın karamsar adamı olarak bildiğimiz Kafka’yı hissettiren bu cümle duruma açıklık getirebilir: “Bir sabah uyandığınızda yepyeni bir yüzünüzün olduğunu keşfettiğinizi düşünün sonra da bu yüze alışmak için, kendinizle yeniden uyum sağlayabilmek için ayna karşısında geçireceğiniz saatleri düşünün”. Walt uçmayı öğrendiği vakit gerçeklikten kaçmış, hatta kendine yabancılaşmıştır. Bu yabancılaşma olgusu modern toplumun her yalnız bireyinde bulunmakta, Dünya Savaşları ve ekonomik krizler nedeniyle insanlığın içine düştüğü katran kuyusu gibi bir bunalımdan çıkmak için, bir nebze olsun nefes alabilmek için ulaşmaya çabaladığı çıkış noktasıdır, yabancılaşma. Ya bu durum Bewes’in bahsettiği bir şekilde açıklanabilir, “Yalnızlık biçimindeki yabancılaşma, gerileme ve başarısızlıktır; ilerlemenin ‘fazla ileri gitmesi’ ya da modernliğin başarı öyküsünün kaçınılmaz bir yan etkisi değil, modern toplumların insan potansiyelinden bir geri çekilme ya da bu potansiyeli denetim altına almanın ve sınırlandırmanın bir yoludur.”Modernizmin YükselişiGenel olarak kitap, sekiz yaşındaki Walt’ın, Yehudi Usta’nın uçmayı öğretme vaadiyle yaşadığı sefil hayattan kurtulma hayaliyle, Usta’nın peşine takılmasını ve uçmayı öğrenişini anlatır. Eserde göze çarpan ilk mekân, küçük Walt’ın “can sıkıntısı dünyası” diye tabir ettiği, şehirden ve insanlardan soyutlanmış bir çiftlikte geçer. “Yehudi Usta’nın malı mülkü, on beş dönümlük pis topraktan, bir tavuk kümesinden, bir domuz ağılından ve bir ahırdan oluşuyordu. (…) Çiftlikte ne elektrik vardı ne de su tesisatı, telefon, telsiz, pikap ya da başka bir şey.”(sf.18) Bundan sonra yaşamını geçireceği ev, modern dünyadan soyutlanmıştır ve bu durum modern dünyadan önceki kırsal ve ilkel yaşamı çağrıştırır. Olay örgüsü geliştikçe, yani Walt ‘uçmayı öğrendikçe’ modernliğe daha çok yaklaşacaktır, işte burada akıllarda bir soru işareti belirir, insanlığın gelebileceği en son nokta, ulaşabileceği en yüksek yer, aslında modernlik midir?“Aesop gökdelenlerden, müzelerden, varyetelerden, lokantalardan, kitaplıklardan, her renk ve biçimde insanla dolu kaldırımlardan söz ediyordu bana.” (sf. 80) Walt bütün o kırsallık alanında, anlatılan dünyayı hayal eder ve iç geçirir, o da moderne ulaşmayı istiyordur, tıpkı insanlığın tarihin başından beri modernliğe ulaşmak istediği gibi. Uçmayı kavramayı de en çok bu dünya için ister, modern dünya renkli ve güzeldir; “O ışıkların rumba ritmi insanın kalp atışlarını hızlandırıyor, kanının damarlarında daha sıcak akmasına neden oluyordu, o sekmeli sinkopu nabız atışlarınızla yinelemeye başladığınız anda müziğin geldiği yer dışında bir yerde olmayı asla düşünmüyordunuz. (…) Büyük kentlerin gösterişli rahatlığıyla, ahlaksızca inlemeler ve gösterişsiz bir yol kenarı lokantasının sevimliliği iç içe girmişti.” (sf. 220) Yaşamının ilerki dönemlerinde bile bu tutkusunu bırakmaz Walt. Onun için modernlik her ne kadar tadı ve içi berbat olsa da renkli, capcanlı bir şeker paketi gibidir. Modern çağın getirmiş olduğu bu karmaşa, bu renklilik, insanın başını döndürür. Her ne kadar berbat da olsa modern dünya insanlığın yaşayabileceği en iyi zamanlardır, çünkü hayat ne kadar zorlu, tehlikeli olursa bir o kadar da eğlenceli olur. Bu çağ, Roszak’ın üzerine “Cehennem ilginç bir yer olabilir!” bile dediği çağın ta kendisidir. “Modern insanın bazı günahları işlemeyecek kadar rahat olduğundan korkuyorum.” diyen de Nietzsche’nin ta kendisidir. Her ne kadar içki, para ve cinselliğin hayatın gerçeklerine dönüşmesi gençliğinde hoşuna gitse de, Walt, yaşlandıkça dünyadaki bu değişimde bir hoşnutsuzluk bulmaktadır. “Kent, 1920’lerden beri oldukça büyümüştü, ama benim ölçülerime göre hâlâ hoşça vakit geçirilebilecek bir yer değildi. Daha çok insan, daha çok bina, daha çok sokak vardı. (…) Eskiden bambaşka bir dünyada yaşıyorduk biz, Usta’yla birlikte yaptığımız şeyleri bugün yapmak olanaksız artık. İnsanlar buna hoşgörüyle bakmazlar. Polisi çağırırlar. (…) Eskiden olduğu kadar dayanıklı da değiliz, belki de bu yüzden daha yaşanılası bir yerdir dünya, bilmiyorum işte.”(sf. 252)  İşte bu paragraftan sonra anlaşılır ki, modernlik ilk başta tatlı, baş döndürücü, rengârenk bir etkiyken, zamanla kendi kendini yiyip bitirmiş, kendi çelişkisini yaşayarak kendini kendine hapsetmiştir. Yani kısaca “Uygarlık tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağı yaşanmaktadır” (Gawoll)Absürdizm

İnsan, özgürlüğünün bedelini dünyanın anlamsızlığı ile ödemek zorunda.“
Friedrich Nietzsche

Walt’ın bu denli uzak ve dışlanmış bir çiftlikte olmasının ana nedenlerinden biri, uçmayı öğrenmek gibi absürt bir düşüncenin, toplumun içinde veya gözü önünde öğrenilemeyeceği gerçeğidir. İnsan toplumu, genel olarak kendisine benzemeyen insanları baskı, alay ve dışlamayla kendisine benzetmeye çalışan sosyal düzene sahiptir Uçmayı öğrenmek ise başlı başına “cenneti ikiye bölmek” kadar tanrısal, ulu bir yetenek olduğu için, Walt’ın toplumdan soyut bir yerde uçmayı öğrenmesi en iyisidir.  Öte yandan modern dünyadaki bütün bu çelişkilere, paradokslara dayanabilmenin tek yolunun delirmek olduğunu düşünür insan. “Duyuyor musun? diye bağırıyordu, ‘Şunu duyuyor musun Walt? Bu ben’im! düşüncelerimin sesi bu, beynimin içinde zıplayan düşüncelerimin sesi! Tıpkı patlamış mısır gibi, Walt! Kafatasım ikiye ayrılacak gibi! Hah ha! Kafam patlayıp dağılacak!” (100) Bütün o mekanik seslerin en sonunda insanın beynine bir mıh gibi çakılacağı kaçınılmaz bir son muydu? Yoksa giderek hissizleşmeli miydi insan tıpkı Camus’un Mersault’u gibi? Auster’in Walt’ı da bu tepkisizliği geçti, çünkü anlamsız olan dünyada anlamlı bir varlık olan insanın çakışmasıydı absürtlüğü oluşturan. “Her şeyi dayanılmaz kılan, bütün mutluluğumun göz açıp kapayıncaya kadar yok olabileceği düşüncesiydi, belirsizlik içinde yaşamaktı.” (127) diye düşünen Walt, en sonunda kendini yabancılığın, absürdün tam ortasında bulmuştur.“Dünya yanımdan geçip gidiyordu, işin tuhafı da ben buna hiç aldırmıyordum. Hiçbir tutkum yoktu. Kazanç peşinde de değildim, üstünlük peşinde de. Beni rahat bıraksınlar istiyordum.” (240) Walt’ın bu saçma kavramına sarılması, İkinci Dünya Savaşı’na katılmasından sonra gelir. Orada yaşadığı büyük vahşet, terör ve içinde bulunduğu modernliği anlamlandırma çabası bunu ona itmiştir ve o da tıpkı gibi Nietzsche ortalığı kaplayan boşluk ve ümitsizliğe de bir çare bulur: Delirir!Eğitim Sistemi – Irkçılık Bütün bunların üstüne, Walt’ın çocukluğunu geçirdiği ev ortamı da bir hayli ilginçtir; Usta’nın, Walt gibi çiftlikte topladığı insanlar vardır: Aesop ve Sue Ana. Öncelikle Aesop karakteri, raşitizm hastalığına yakalandığı için fiziksel bozuklukları olan, dahi bir Afroamerikandır. İlk olarak Walt, onu hem ‘zenci’ hem de hastalıklı olduğu için aşağılamış, Usta ise gereken cezayı vererek herkesin ‘eşit’ olduğunu söylemiştir. Burada toplumdaki herkesin eşit, teknolojiden yoksun ilkel bir toplumun varlığından söz edilebilir, bu durumda ilk bölüm için modernliğin ilk evresi denilebilir. Aesop’un bütün bu hastalığına karşın, dehası denizin içinde mutlulukla yüzden bir balığın tuzlu derisi kadar parlaktır. Usta onu Yale, Oxford gibi dönemin ünlü üniversiteleri için eğitirken muazzam başarılar gösterir. Aesop’un tam tersi olarak, okuma yazma bilmeyen serseri şehir çocuğu Walt, Aesop’u betimlediği yerlerde kendi cahilliğine de değinir. Onun bu denli ayrıksı ve cahil olması, Walt’ı uçmak için ‘seçilmiş özel kişi’ olmasına olanak kılar; çünkü beynine yüklenen herhangi bir önyargı, herhangi bir katı bilgi onun bu düşünceye olan inancını sarsacak ve bunun saçma olduğu düşüncesiyle onu pes ettirecektir. Burada Paul Auster’ın ince ince eğitim sistemi eleştirisi de yaptığı fark edilir. Aesop’un dönemin ‘popiler’ üniversitelerinin sınavlarına girip kazandıktan sonra Walt’ın dediği cümle dikkat çekicidir, “Yale Üniversitesindeki bir öbek mızmızın ve kibirli budalanın onu öğrenciliğe kabul etmek istemesi bana çok doğal gelmişti.”(79) Sue Ana ise yaşlı bir kızılderilidir. Bu erkeksi, çirkin yaşlı kadının öyküsünü anlatırken Amerika yerlileri ve koloniler arasındaki savaştan bahsedilir. Auster, eserin en başında yarattığı ev ortamında Yahudi bir usta, Afroamerikan bir çocuk ve Kızılderili bir kadından oluşan bir yapı kurması, ırkçılık konusu üzerine dikkatleri çeker. Irk olgusu modern dünyadaki insanların kimlik arayışının bir yansımasıdır. Teknolojinin gelişmesi ve felaketlerle geçen bir savaş yüzyılında, dinsel tabuların da yıkılmasıyla insanın kendini bağlayabileceği bir unsurdur kimlik ve işte bu kimlik arayışı, bu felaket çağında yoğun bir şekilde şiddetin yankılanmasına sebep olmuştur.Ekonomi – Kapitalizm1930’daki Amerika’yı ve daha sonra dünyayı yakıcı bir çöl rüzgârı gibi kasıp kavuracak olan Büyük Buhran’a doğru Walt, uçmaktan ziyade üç yıllık bir çaba sonucunda sonunda havaya yükselmeyi ve asılı kalmayı, ölüm ve hayat hakkında öğrenmesi gerekenleri öğrenmiş ve fiziksel olarak da kendini geliştirerek aşamayı tamamlamıştır. Birinci bölümün düğüm noktası da burada böylelikle çözülmüş olur. Artık şehirlere gitmeye, gösteriler yapmaya hazırdır, kısacası, ‘yükseldiğinde’ artık modern dünyanın kapıları ona açılmış olur. Bu yükselme aşamasında Walt’ın toprakla, tarımla ve hayvancılıkla bir hayli haşır neşir olması ve daha sonrasında kendisini en umutsuz, en üzgün, en yıkıcı durumdayken birden bire havada dururken bulması, insanlık tarihindeki modernizmin kısa bir özeti gibidir. Toplumlar ilk başta daha çok tarım hayvancılık gibi işler üzerinde muazzam emek harcadıktan sonra, ekonomi, teknoloji ve birçok unsurun gelişmesiyle kendisini ‘aniden’ modernizmin içinde bulur, Walt’ın hikâyesi de böyledir. Bu bölümden sonra yoğun bir şekilde kapitalizm ve modern dünyada yozlaşma alıntıları görülür, örneğin Buhran’ın etkileri yaklaştıkça Usta’nın çiftçilere bakarak söylediği şey dikkate değerdir: “Cüzdanlar boşalınca, insanın kafatası öfkeyle, pislikle dolar.” (50) Bu durum,  modern ekonominin çökmesi ve o noktada insanlığın delirmesine adeta kısa bir aforizma sunar. On bin dolarlık arabaların dört yüz dolara bankalar önünde satılmaya çalışılması, hisse senetlerinin bir gecede tuvalet kâğıdına dönmesi, alım gücünün yok olması bir özetidir bu ‘depresyonun’.  Bu durum karşısında Walt’ın monologu kriz anı ve sonrasını betimleyen felsefi bir değer taşımaktadır:

İşte yoksunluk böyledir. Bir şeyin eksikliğini çekerken durup dinlenmeden onu arzularsınız. Ah bir sahip olsaydım ona, bütün sorunlarım çözülürdü diye düşünürsünüz. Ama bir de ona sahip olunca, arzuladığınız şey elinize verilince, bütün çekiciliğini yitirmeye başlar. Başka gereksinimler öne çıkar, başka istekler kendini hissettirir, sonunda başladığınız yere dönmüş olduğunuzu yavaş yavaş anlarsınız.” (53)

Eserdeki diğer bir olgu da, kapitalizmle beraber gelen insanın emeğinin “metalaşması” kısaca “şeyleşme” olgusudur. Walt, kendisinin bu yeteneğini para kazanma yolu olarak gördüklerini düşünür, kendini bir eşya gibi hisseder. “O beni bir iş fırsatı olarak görüyordu, çocuk biçime girmiş dolar işaretiydim ben, mesleğime gereken ilgi ve dikkat gösterilirse bu işin onu on üç eyaletin en zengin kadını yapacağını biliyordu.” (92) Modern dünyada emeğin metalaşması ve insanın, insan olmaktan çıkıp bir para unsuruna dönüşmesi modernizmin getirdiği büyük sorunlardan biridir. Ayrıca paranın öneminin muazzam bir şekilde artması, parası olanın “güç” ögesi haline gelmesi modern dünyada ilişkilerin garip bir şekilde değişmesine bir göstergedir.“Bütün özel masaların dolu olduğunu söyledi, bunun üzerine bir onluk daha çıkardım cüzdanımdan. Bu durum beklenmedik bir yer iptalinin doğmasına yol açtı.” (215) Bu alıntıdaki gibi parayla her şeyi yapabilmek, paranın bütün yolları açabileceği düşüncesi kapitalizmi geliştirip büyüten ana etmendir.SonuçPaul Auster’in fantastik anlatımıyla süslediği modern dünya, katı olan her şeyin buharlaştığı bu dünyanın ufak bir tasviridir. Auster’a göre, modernlik insanlığın gelebileceği en son noktadır ve her ne kadar kaçmaya, uzaklaşmaya, geçmişe sığınılmaya çalışılsa da, eninde sonunda modernizm sinsi bir virüs gibi kıskıvrak yakalar insanlığı. Bunun tek çözümü teslim olmaktır. İnsanın, katı etinin bu modern dünyanın sıcaklığında buharlaşmasına direnmesindense, gözlerini kapatıp kendini dünyanın hızına teslim etmesi ve süratle dönen bu halatın kopacağı anı beklemesidir. Yükseklik Korkusu romanı, 253. sayfasında son nefesini verirken de,  teslimiyetin kurtuluş olacağını okuyucuya usulca fısıldayarak, biter:

“Yerden yükselip havada durmanın özel bir yetenek istediğine inanmıyorum aslında. Hepimizin içinde olan bir şey bu (…) Herkes benim yaptığımı becerebilir ama kendiniz olmaktan çıkmayı öğrenmelisiniz. İşte her şey bununla başlar, gerisi arkadan gelir. Bırakın kendinizi de buharlaşın. Bırakın kaslarınız gevşesin, ruhunuzun içinizden dışarı çıktığını hissedene kadar soluk alıp verin, sonra da gözlerinizi yumun. İşte böyle yapılır bu iş. Bedeninizin içindeki boşluk, sizi çevreleyen havadana daha hafif olur. Yavaş yavaş sıfırdan da aza iner ağırlığınız. Gözlerinizi kapatırsınız, kollarınızı iki yana açarsınız, buharlaşırsınız. Ve sonra ağır ağır, yerden yükselirsiniz. İşte böyle.”

Yorum bırakın